Yazıhane

Çok Çalışmak mı Verimli Olmak mı?

Çalışkanlık,  görece bir kavram. Toplum olarak ne kadar çalışkanız, tartışılır. Dünyanın farklı coğrafyalarını görmüş, farklı yerlerde yaşama deneyimi elde etmiş kişiler, kendi toplumları ile diğerlerini kıyaslama şansı bulurlar. Bugüne kadar dinlediğim kişilerden ve de kendi deneyimlerimden elde ettiğim izlenimler, içgörüler var elbette. Bazı kimseler, kendi toplumunu diğerlerinden daha çalışkan görürken, kimisinin de “Biz çok tembeliz…” dediğine çok kez şahit oldum. Bunların sayıca bir dengede olduğunu söyleyebilirim.

Peki, nasıl oluyor da birisi, bir başkasının tam zıddı düşünüyor?

Öncelikle bu, değerlendirmeyi yapanın bakış açısı ile sınırlı. Kişi, kendisi ve yaşadığı çevreyi baz alarak öngörüde bulunuyor. Bu sınırlı bakış açısı, tüm ulusu temsil etmeyebilir. Dolayısıyla bu konuda genelleme yapılmasına karşıyım. İkincisi, bir tespitte bulunsanız da bu görece olacaktır. Yani bir başkası, sizin daha çalışkan dediğinizden de çalışkan olarak nitelendirilebilir.

Özellikle ilkokul ve ortaokul yıllarımı hatırlıyorum. Büyüklerimiz, bize hep çok çalışmamızı telkin ederdi. “Çalış, mücadele et, kazan… Pes etme” sözlerini hem kendi aile büyüklerimden hem de diğerlerinden duyardık sık sık. O zamanın dinamiklerinde mesai yapmak, koşturmak, yorulmak erdemdi ve çalışan hakkını alırdı. Şimdilerde ise durum farklı. Artık sadece mesai yapmak, süre olarak çok emek vermek, kendini hırpalamak pek bir anlam ifade etmiyor. Bu nedenle, başlıkta da belirttiğim “Çok çalışmak mı verimli olmak mı?” sorusunun bugünkü koşullarda cevabı ikincisi. Verimlilik, üretkenlik, değer yaratma günümüzün öne çıkan kavramları. Artan rekabet ortamında çok çalışmak değil, üretken olmak fark yaratıyor. Yenilik yaparak daha verimli çıktılar alabiliyor musunuz, dolayısıyla mevcut kaynakları en yüksek fayda ve değeri yaratacak şekilde etkin kullanabiliyor musunuz?..

Size çok somut bir örnek vereyim…

Senaryo 1 : Arkadaşınız sizi yemeğe davet etti, misafir gideceksiniz. Davet eden, bu yemeğe çok önem veriyor ve hazırlıklara, zamanı da varsa tabi bir gün öncesinden başlıyor. Kılı kırk yarıyor ve tüm gününü buna adayarak ciddi bir efor sarf ediyor. Akşam gidiyorsunuz evine. Başlıyorsunuz yemeğe, zaman geçiyor ve yediklerinizle ilgili fikirleriniz oluşuyor. Kullanılan malzeme, tuzu, baharatı, lezzetinin vasatı aşmadığını düşünüyorsunuz. Arkadaşınızı tanıyorsunuz. Sunumu da ortada. Belli ki çok özenmiş, uğraşmış, büyük emek vermiş ama yemek kalitesi orta seviyede. Elindeki malzeme ile harcadığı emeği, eforu düşündüğünüzde daha kaliteli bir iş çıkarabileceğini düşünüyorsunuz. Bir şeyler eksik…

Senaryo 2 : Bir başka gün farklı bir arkadaşınıza yemeğe gidiyorsunuz ve bu kez daha kısa bir sürede, 2-3 saat, arkadaşınızın eldeki sınırlı malzeme ile harika tatlar yarattığını görüyorsunuz. Sofra düzeni, sunum belki standart seviyede ancak yemekler çok lezzetli. Yediklerinizden büyük keyif alıyorsunuz. Hatta, özellikle bazılarının tarifini alıyorsunuz siz de yemekli misafir ağırladığınızda yapmak için.

Şimdi, size soruyorum, hangisini tercih edersiniz? Bir tarafta, evet emek var, uğraş var, özen gösterilmiş belki ama sonuçta bu bir yemekli davet ve ana konu yemek, yemeğin lezzeti. Dolayısıyla bu yeterli olmadığında, diğerlerin anlamını kaybediyor. İkinci örnekte ise sunum, özen yetersiz demiyorum, yine belli bir standartta ama ilki kadar yüksek değil ancak yemekler harika. Bunu iş hayatına uyarladığımızda, bir işi yapmak için harcadığımız sürenin görece uzun olması ve çıktıyı çok iyi sunmak başarılı performans göstergesi değil. İşi yapmak için harcadığınız süreden bağımsız, ne kadar verimli ve üretken çalıştığınız önemlidir.

Orkun AKARSEL